17 Mart 2008 Pazartesi

MORRICONE, MÜZİK VE SİNEMAMIZ

Bundan 2 sayı önceki yazıda Türkiye’de ost (original soundtrack) kavramının pek fazla gelişememesinden biraz bahsetmiştim. Bu ayki yazıda da savımı desteklemesi açısından, dünya çapında bu işin en büyük üstatlarından biri olan, ünlü kompozitor Ennio Morricone’nin kendi adına ithafen geçtiğimiz günlerde çıkan “We All Love Ennio Morricone” isimli, çeşitli sanatçıların, müzisyenin daha önce yapmış olduğu film müziklerini yorumladıkları övgü (tribute) albümüne ve sanatçının müzikal yolculuğuna şöyle bir göz atarak başlayalım istedim. Bu sayede hem ünlü bir müzik adamını daha iyi tanıyacak, hem de dünya sinemasıyla da karşılaştırarak Türk Sinemasının bana göre en büyük sıkıntılarından biri olan bu sorunsalı daha derinlemesine irdeleyecek olabileceğimiz kanaatindeyim.

Metallica dinleyen, dinlemekten ziyade grubu takip eden arkadaşlar bilirler. Grup, hemen her konserine tüm Western filmlerinin en bilineni, 1966 Sergio Leone imzalı, efsanevi “The Good, the Bad and the Ugly”nin film müziklerinden olan ‘Ecstasy of Gold’ ile başlamıştır. Yıllardır süre gelen alışıldık bir durumdur bu ve eğer bir müzisyen Metal aleminin en büyük gruplarından birini bu denli etkilemişse, ya da 79. Oscar (2007) Ödül Töreni’nde Akademi tarafından kendisine Akademi Onur Ödülü layık görülmüşse, demek ki şu an gerçekten önemli bir sanatçıyla karşı karşıyayız demektir.

Ennio Morricone, 1928 Roma doğumlu. II. Dünya Savaşı’na denk gelen konservatuar ve sefalet yıllarının ardından ilk olarak klasik müzik kompozisyonları üzerinde çalışan sanatçı

( bunu ilerleyen yıllarda da sürdürmeye devam etti.) daha sonra birkaç İtalyan pop şarkısına imza attı. Tabi onun bu kadar ünlenmesini sağlayan pop müzik bestekarlığından sonra Spaghetti Western’lere yaptığı müzikler oldu. Başka türlere yaptığı birkaç film müziğinden sonra, Sergio Leone’nin 1964 imzalı “A Fistful of Dollars- Per Un Pugno Di Dolari” filminin müziklerini yapmasıyla başlayan Western yolculuğu, daha sonra tema müziğini hemen hepimizin bildiği “The Good, the Bad and the Ugly” ile devam etti ve burada ilk defa zirveye çıktı. Herhalde zirvede kalmayı çok sevmiş olacak ki daha sonra 40 sene boyunca yaklaşık 400 farklı türden filme ya hepsini kendi yaptığı şarkılarla ya da bir-iki bestesiyle eşlik etti. Sonuçta insanların konu film müziği oldu mu, güvenecekleri yegane isimlerin başında kendisinin geldiğini ve aslında film müziği yapmanın da apayrı bir meslek ve sanat olduğunu bizlere kanıtladı Morricone. Kendisinin yer aldığı projelerin başında “Once Upon a Time in America”, “Bugsy”, “The Untouchables”, “Nuovo Cinema Paradiso” gibi filmler gelebilir. Üstelik sanatçı 5 kere “En İyi Müzik” dalında da Oscar’a aday gösterildi ve gerek İtalya’da, gerekse uluslar arası festivallerde pek çok ödülün sahibi oldu.

Onu bu denli özel kılan sebeplerden biri de kendisi adına çıkan “We All Love Ennio Morricone” albümü. Albüm yukarıda da belirttiğimiz gibi sanatçının filmlere yaptığı müziklerin çeşitli sanatçılar tarafından yorumlanmasından oluşuyor. Açıkçası itiraf etmeliyim ki, bu filmlerin çoğunu seyretmedim ve bu yüzden de müzikler hakkında çok fazla yorum yapmaktan kaçınıyorum. Çünkü sonuçta filmde geçen sahneler ve o sahnelere yerleştirilen müzikler iç içe ve ikisine birden vakıf olduğunuzda ancak yorum yapabilirsiniz iyi ya da kötü oldukları hakkında. Ancak albümde şarkıları yeniden yorumlayan şarkıcı ve grupların görkemine ve tabi ki Morricone’nin ustalığına baktıkça öyle sıradan şarkılar olmadıkları hemen hissediliyor. Kimler yok ki albümde? Celine Dion, Bruce Springsteen, Roger Waters, Metallica vs. Hepsinin de şarkıları kendi tarzlarında en iyi şekilde yorumlamaya çalıştıkları belli oluyor. Sonuçta hem sinema, hem de müzikseverler için önemli bir belge duruyor karşımızda. Biraz olsun ilgiliyseniz eğer, hiç vakit kaybetmeden dinleyin derim.

Morricone ile bağlantıyı kurduğumuza göre dünya bilhassa Hollywood Sineması ile Türk Sinemasının karşılaştırmalı tahlilini yapabiliriz artık. Rocky serisi başlayalı ve bugünde devam edeli 30 küsur seneyi geçmesine rağmen “Eye of the Tiger” hala herkesin dinlediği parçalardan biri ve popülerliğini hiç yitirmeden sürdürüyor. Aynı şekilde “Pretty Woman” denilince filmin şarkısını hemen aklınıza getiriverirsiniz. “Baba”nın efsanevi tema müziğini eminim kimse kolay unutamaz. Ya da “Titanic” filminin şarkısı “My Heart Will Go On” çoğumuzu hüzünlendirmeyi bugün bile sürdürebilmektedir. Bu ve bunun gibi öyle çok şarkı var ki Hollywood sinemasında, belki film unutulmuş olsa bile şarkı hala ilk günkü canlılığını korumakta. Peki tüm bu saydığım şarkılar tamamen tesadüf sonucu mu ortaya çıktı? Laf olsun torba dolsun mantığıyla filme yerleştirilmiş olduklarını hiç mi hiç düşünmüyorum. Hummalı çalışmalar sonucu yönetmenlerin ve müzisyenlerin işbirliğiyle önemli işler başarılıyor dünya sinemalarında. Peki biz kendi sinemamıza dönüp baktığımızda ne kadar üzerine düşmüşüz bu işin hiç düşündük mü?

Altmışlar ve yetmişlerdeki sinemamızı ele alırsak eğer, müzikler filmler üzerine değil, filmler müzikler üzerine yapılır mantığı vardır. İşte “Senede Bir Gün”, “ Mavi Boncuk”, “Ah Dede Vah Dede” gibi ismini sayabileceğimiz pek çok film, aslında o dönemde var olan popüler şarkıların reytinginden yararlanmak için çekilmiş; sonuçta yapımcılar bu filmlerden gelir elde etmeyi başarmışlarsa da bu filmler ne yazık ki ileriye dönük pek bir şey vaat etmediklerinden, bugün izlendiğinde hoş bir tebessüm haricinde pek bir itibar görememişlerdir. Sadece o dönemlerde Cahit Berkay’ın ve onun gibi birkaç insanın çabası mevcuttur film müziği hususunda. Seksenler ise Arabesk’in en görkemli dönemine denk geldiğinden o dönemki filmler, Arabeskçilerin çıkardıkları kasetler sonrası arayı soğutmadan çekilen, film içinde kasedin baştan sona çalındığı ve şarkıcı tarafından boynu bükük bir şekilde playback olarak okunan, kısacası o dönem için ilkel klip mantığından öteye geçemeyen filmler olmuş, hatta bu durum Emrah, ekmek, anne üçlemesini de beraberinde getirmiştir!

Gayet sakat bir şekilde ilerleyen Yeşilçam-müzik ilişkisi doksanların ortasında şöyle bir kendine gelmiş ve prodüksiyonların kalitesine bağlı olarak, film içindeki müziklerin kalitesi de artmış, üstelik artık tüm dünyada yıllardır var olan “original soundtrack” kavramı yavaş yavaş ülkemizde de gelişmeye başlamıştır. O dönemden verilebilecek en güzel örneklerden biri belki de “Eşkıya” nın (1996) film müzikleridir. Türkiye için gayet özgün olabilecek bir çalışma olmuş, Erkan Oğur gibi bir müzisyenin de herkes tarafından tanınmasını sağlamıştır. “Tabutta Rövaşata”nın (1996) soundtracki ise Babazula ve Yansımalar tarafından hazırlanmış o dönemin önemli ostlarındandır. Ardından Mazhar Alanson’un yaptığı “Her Şey Çok Güzel Olacak” ostu ise (1998) başlı başına bir albüm niteliğindedir ki, albümde yer alan “Bir Zamanlar Fırtınalar Estirirdim”, “Benim Hala Umudum Var” gibi şarkılar MFÖ antolojisinde kendilerine ön sıralardan yer kazanmışlardır. Daha sonrasında ise kazanılan ivme sayesinde günümüzde artık çıkan her filmin ardından filmin ostu piyasaya sürülmekte, ancak genelde yapılan albümler toplama şarkı ve şarkıcılardan ya da film de oynamış bir şarkıcı varsa ( “Romantik”in müziklerini Teoman’ın yapması gibi) onun tarafından hazırlanan albümlerden ibaret. Maalesef manzara şu ki, hala ost kavramı ülkemizde sanatçılar tarafından çok kayda değer bir şey olarak görülmüyor. Genelde rica minnet üzerine üretilmiş çalışmalar oluyor, Nil Karaibrahimgil gibi bir iki istisnayı saymazsak. Dizi alanında ise Gökhan Kırdar, Kıraç gibi birkaç isim haricinde orada da tam bir tutarlılık yok ancak dizilerin popülaritesinin fazlalığından olsa gerek daha bir hevesli gözüküyor insanlar.

Uzun lafın kısası, müzik her alanda olduğu gibi sinemayı da renklendiren, güzelleştiren en önemli şeylerden biri ve bana kalırsa yapılması gereken, gerek yapımcıların, gerekse sanatçıların bu işi basit bir şey gibi görmeyip üzerinde emek harcayarak iyi işlere imza atmaları. Aradan 20- 30 yıl geçtiğinde bir şarkıyı duyduğumuzda ‘Bu da şu filmin şarkısıydı, hey gidi günler!’ diyebilmek eminim ki o şarkıyı yaratan sanatçıyı yücelten en güzel şeylerden biridir. Güzel olan şeylerin hiçbir zaman unutulmaması dileğiyle, muhabbetle…

Hiç yorum yok: