17 Mart 2008 Pazartesi

SEKSENLERDE INDIE-ROCK AKIMI VE THE SMITHS KÜLTÜ

Şu YouTube’un hayatımıza girmesi iyi oldu vesselam. Sayesinde, uzun zamandır izleyememiş ve özlemiş olduğumuz pek çok grup ve şarkıcının kliplerini, konser videolarını tekrar tekrar seyredip eski günleri yad etme fırsatı yakaladık. Hele de müzik kanallarında dönen tamamen popüler, promosyona dayanan, çoğu zaman kendilerini erotik (kimi arkadaşlar durumdan hoşnut olabilirler tabiJ), bizi de ekran başında nevrotik yapan ve gerek kulağımıza, gerek göz zevkimize hitap etmeyen pek çok yerli ve yabancı klipten artık gına

gelmişken. Artık bilgisayarın başında kendi müzik kanalımızı kendimiz yaratabilme imkanına sahip olduk ya, Allah bu siteyi kuran arkadaşlardan binbir kere razı olsun.

Geçenlerde yine böyle, YouTube’da, MFÖ kliplerinde gezinirken birden muhteşem bir reklam filmiyle karşı karşıya geldim. Çocukluğumuzun hatta kimileri için bebekliğimizin harika reklamlarından ‘Albeni’ reklamı beni 80’lerin son yıllarına adeta geri götürdü. Hani şu ‘3 kat, 3 tat’ sloganıyla MFÖ’nün ‘Albeni, Albeni, ninininininini, Albeni, Albeni!’ dediği şirin reklam. Tekrar tekrar, bıkmadan usanmadan kaç kere izlediğimi ben bile sayamadım doğrusu.

80’ler dedik de gerçekten çok özel yıllardı. Ülkemizin yaşadığı son ihtilal sonrası kabuk değiştirdiği, hayat standartlarının ve biçimlerinin başka eksenlere kaydığı, kimi büyüklerin eleştirdiği bizim kuşağın da oluşumunda ilk tohumların atıldığı, belki olumlu belki olumsuz ama gerçekten büyük öneme sahip seneler 80’ler ve tabii ki 80’ler deyince akla gelen en önemli şeylerden biri de hem dünya, hem de ülkemiz müziğinde meydana gelen büyük değişim. Tabular sadece ülkemizde değil, dünyada da yıkılmıştı bilhassa müzik konusunda. O dönemde pek çok yeni, farklı müzisyen ortaya çıkmış, bunlardan kimilerinin, yeni akımlar yaratıp ortalığı kasıp kavurarak bugünkü müziğin oluşmasında büyük katkıları olmuştu. Bu ortaya çıkan yeni ve güçlü akımlardan biri de içinde lo-fi, garage punk, post-rock, emo, sadcore, tweepop gibi alt müzik türlerini barındıran indie-rock. Indie-rock (Independent rock) kısaca grupların ya da şarkıcıların büyük müzik şirketlerini reddederek ya kendi imkanlarıyla ya da küçük şirketlerin bünyesinde albümlerini yaptıkları, çoğu zaman alternatif tabanlı bir rock türü. Bu türün bizce en bilinen örnekleri R.E.M., Nirvana ve Pearl Jam. Tabi bunların yanında bir grup daha var ki hem bu akımın öncülerinden, hem de sadece 80’lerde (1982-1987) var olması itibarı ile tam bir 80’ler grubu olarak nitelendirebileceğimiz The Smiths.

Bundan birkaç yazı evvel İngiliz müziğinin dünya müziği açısından ne kadar mühim ve yol gösterici olduğunu yazmıştık. İşte The Smiths de bugün İngiliz müziğinin temel taşlarından biri konumunda ve belki bir The Beatles ya da bir Depeche Mode kadar fanatiği olmasa da pekçok hayranı olan ve diğerlerine göre kısa bir ömre sahip olmasına rağmen, bugün bile insanların bu grubun müziğini keyifle dinlemesi ve yaşatmaya devam etmesi bakımından ne kadar önemli olduğunu ispatlamış bir grup. Elbette içimizde grubu benden daha iyi bilenler, yıllardır dinleyenler, her albümüne sahip olanlar olabileceği gibi hiç bilmeyenler veya sadece ismini duymuş olanlar da olduğundan hem grubu, hem 80’leri hem de indie-rock’ı daha iyi etüt etmek açısından grup tarihi hakkında şöyle birkaç bilgi vermek iyi olur düşüncesindeyim.

Radiohead, Oasis, Blur gibi Britpop hareketinin öncülerinden sayılan The Smiths, 1982’de Manchester’da Steven Patrick Morrissey ve Johnny Marr adlı iki genç tarafından kuruldu. Morrissey şarkı sözlerinin yazımında, Marr ise bestelerde baskın konumda yer aldı geçen 5 sene boyunca. Grupta kısa bir süre için son zamanlarda gitarda Ivor Perry, basta ilk olarak Dale Hibbert ve bir ara Craig Gannon yer alsa da ana kadro vokalde Morrissey, gitarda Marr, basta Andy Rourke ve davulda Mike Joyce’tan oluşmakta. Bağımsız müzik şirketi Rough Trade Records’tan ilk singleları ‘Hand in Glove’ (1983) ‘Charming Man’ ve ‘What Difference Does It Make?’in ardından kendi adını duyurmaları üzerine Şubat 1984’te ‘The Smiths’ adında ilk albümlerini çıkarttılar. Bu 3 şarkının yanı sıra albüme damgasını vuran ‘Reel Around the Fountain’, ‘The Hand That Rocks The Cradle’ ve tabi ki bence en mühim şarkılardan biri olan ‘Pretty Girls Make Graves’in de yer aldığı bu albüm büyük ilgi ve beğeniyle karşılandı İngiltere’de. Ardından yine aynı yıl ‘Hatful of Hollow’ adlı derleme (compilation) albümleri yayınlandı. Bu albümde en çok beğenilen şarkılar ‘Heaven Knows I’m Miserable Now’ (ki bu şarkı ilk defa grubun listelerin ilk 10 sıralarına soktuğu şarkıdır) ve ‘How Soon Is Now?’ idi. Sene 85 olduğunda grubun önemli albümlerinden biri ‘Meat Is Murder’ yayınlandı. Vejetaryan bir albüm olarak değerlendirilirken (Morrissey grubun et yerken fotoğraf çektirmesini yasaklamıştı.) o dönemki Thatcher yönetimine ve kraliyete eleştirilerin yer aldığı bir albüm olarak hafızalara kazındı.Albümün en dikkat çeken parçası ise ‘Barbarism Begins At Home’du. Ardından 86 başında ‘The Queen Is Dead’ yayınlandı. Gelmiş geçmiş en büyük albümler listesinde de yer alan bu albüm grubun yerini perçinledi. Bu albümden hemen sonra ise iki derleme daha yayınlayan grup -‘The World Won’t Listen’ ve ‘Louder Than Bombs’- 87’de son bombasını patlattı:’Strangeways, Here We Come’. Ana kadronun beraber yer aldıkları bu son stüdyo albümünde ise en çok dikkat çeken çalışmalar ‘Girlfriend In A Coma’, benim The Smiths’le tanışmamı sağlayan ve gerçekten çok özel bir çalışma olduğuna inandığım ‘Last Night I Dreamt That Somebody Loved Me’ idi. 88’de ise canlı albümleri (86’da kaydedilmiştir.) ‘Rank’ yayınlandı ve grup sevenlerini üzerek dağıldı.

The Smiths’in müziğine gelince. Şu anda The Smiths’in yaptığı müziğin günümüzdeki en önemli takipçisi ünlü İrlandalı grup The Cranberries. Müziklerindeki The Smiths esinlenmeleri hemen göze çarpıyor. Grubun en önemli elemanı, tam bir frontman olan Morrissey’in yazdığı, kimi zaman son derece yalın, kimi zaman ise derin metaforlarla bezenmiş, müthiş sözleri grubun bu yere gelmesinde en büyük pay sahibi. Kimilerine göre homoseksüel kimilerine göre ise aseksüel olduğu iddia edilen Morrissey, bana kalırsa yazdığı bu sözlerle bir erkeğin duygularına en iyi tercüman olan insanlardan ve bence bu karmaşık iddiaları çok fazla hak etmiyor. Çok güçlü bir ses olmamasına rağmen Morrissey’in gerçekten etkileyici bir sesi ve kendine has bir yorumu var. Üstelik o dönemde sigara ve uyuşturucu gibi alışkanlıklar diğer ünlü gruplar arasında yaygınken, Morrissey bunların hepsinden uzak duran, konserlerinde seyircilere çiçekler fırlatan kişiliğiyle marjinal bir duruş sergiliyor. Besteci Johnny Marr ise yalın ama can alıcı riffleri ile grubun müziğini daha renkli hale getirmiş. Besteleri ilk başta neşeli gibi gözükse de, Morrissey’in vokal ve sözleri girince işin içine, sahip olduğunuz o neşeli hava kendini birden derin bir kasvete bırakabiliyor. Grubun dikkat çekici bir diğer yönü ise albüm kapaklarında kendilerinin değil de, Alain Delon gibi ünlü film yıldızlarının film karelerine yer vermeleri. Bu özelliği ile de pekçoklarından ayrılıyor grup.

Grup elemanları daha sonraları solo çalışmalar veya başka projelerde yer aldılarsa da hiçbiri grup döneminin başarısını yakalayamadı ve o büyüyü adeta yitirdiler. Belki de grup olabilmenin öneminin de en bariz örneği sayılabilir bu açıdan The Smiths. Siz de eğer seksenler müziğine, Britpop’a ya da indie-rock’a ilgi duyuyorsanız, bu üç temayı da içine alan efsanevi grup The Smiths’e biraz daha eğilin derim. Çünkü grup, bu üç temanın da yapı taşlarından biri ve aradan 20-25 sene geçmesine rağmen müzikleri hala zevkle dinlenebiliyor.

Hiç yorum yok: