17 Mart 2008 Pazartesi

DİZİ MÜZİKLERİNİN KERAMETLERİ

“Bana bir masal anlat baba…”, “Durmuyor deli yüreğim…”, “Taş duvarlar, kara örtü, ağrılı kalbim…” gibi pek çok kez duyduğumuz bu şarkılar aslında birer dizi müziği olarak bestelenen eserler bildiğiniz gibi. Çok anlayamamakla birlikte, değişik bir sinerji yaratılıyor olmalı ki halkla yapımcı arasında (aslında deneyip yanılarak da olsa yapımcılar olayı çözdü bir bakıma!), bu şarkılar birden bire halkın içine işliyor, onları duygulandırıyor, sevindiriyor, belki de en önemlisi muhakkak bir şekilde insanların cep telefonu melodisi oluyor! Hep yanımızdalar yani. Fakat nasıl oldu da birden bire biz bu şarkıları bu kadar çok sevebildik? İşin içinde biraz kimya, biraz ticaret, biraz göz boyama var aslında ama gelinen nokta bir bakıma sevindirici; alan memnun, satan memnun en azından.

Hatırlayanlar bilir belki, bizim izlediğimiz ilk diziler Bizimkiler, Perihan Abla vs. gibi dizilerdi ve o dönem kanalların ya tek ya da az olmasından mütevellit, hala o müzikler hatırlanmasına karşın büyük prodüksiyonlar yaratacak şekilde dizi müziği kültürü yoktu ülkemizde. Derken bir “Süper Baba” geldi, dizi içinde yaşanan olaylar insanları duygulandırırken arkadan verilen Yeni Türkü’nün o dönemki Rembetiko müziği (eski İstanbul Rum müziği) de hikayenin tuzu biberi oluyor ve birden karşımıza ilk dizi müziği soundtrack albümü çıkıyordu. Kısacası yapılan işin kimyası tutmuştu, şarkılar senaryo ile aynı anda tepkimeye girebiliyordu. Bu, Yeni Türkü için iyi olmuştu, böylelikle kendi müzikleri duraklama dönemine girse de sonraki dönemde dizilerden güzel bir kazanç sağlamayı başarmıştı grup hem maddi, hem de manevi anlamda.

Konu açılmışken, dizi müziği denince akla ilk gelen insanlardan birisine değinmek sanırım yerinde olacaktır: Kıraç. Ben bu adamın kesinlikle hala kendi istediği müziği yaptığını düşünmüyorum, isterseniz hemen destekleyelim savımızı: Kıraç’ın ilk albümü Anadolu rock formlarında, müzikalite olarak da fena bir albüm değildi, hepsi kendi şarkısıydı, ancak, tutmadı tabii ki. Ardından birkaç sene sonra gelen ikinci albüm, şarkılarının yarıdan fazlası o zamanki trende göre türkü kaplaması (cover) ve arzulanan ticari başarı... Daha sonra da yine birbirini tekrarlayan ya da tekrarlamak zorunda bırakılan albümler yaptı ama hiçbir zaman favorim olmasa da git gide düzelme eğilimi gösterdi Kıraç. Onun da asıl popülaritesi “Zerda” dizisi ile başlamıştı hatırlarsınız ve şu işe bakın ki, onun dizideki melodileri artık gettolarda yaşayan bıçkın delikanlıların bile diline dolanıyor, cep telefonlarının en favori melodileri oluyor, şarkıları “damar!” kategorisine yükseliyordu. Rock tandanslı arabesk müzik (yoksa tam tersi mi olmalı!) varoşlara sıçramıştı, ne hoş! Tabii o kadar tuttu ki şarkılar, hemen onun da bir OST’u (original soundtrack) yapıldı ve ardından yakaladığı başarı onu uyanık yapımcıların diğer dizilerinin de vazgeçilmez ismi kıldı ve o şarkılarla, dizi müziği albümleriyle bugünlere geldi Kıraç. Alan da memnundu, satan da belki ama en çok halk sevindi bu işe!

Tanıdık örneklerden gidecek olursak, Gökhan Kırdar da bu olayın en çok bilinenlerinden. O da “Yerine Sevemem”li ilk zamanlarından sonra kendi deyimiyle “Tarkan gibi yıldızlarla kapışamayacağını” anlayınca, kendini elektronik müziğe vermişti ve onun o arada çıkarttığı elektronik tarzdaki albümlerden, çoğu kişinin haberi bile olmamıştı. Sonra birden bir “Kurtlar Vadisi” bombası patlattı. Ardından gelsin “Yabancı Damat”lar vesaireler, açılsın yeni kapılar… Ha, millet çok ilgiliydi de bu tarz müzikle ondan mı acaba “cendere cendere!” diye hoplayıp zıpladılar? Hayır, dizi seviliyordu, müzik aksiyona uyumluydu bir bakıma ki, aslında elektronik müzikten ziyade Asiye, Elif türküleri gibi halk müziğinden motifler epey bir giydirilmişti diziye, üstüne oturdu da nitekim. Hatta öyle ki, Kurtlar Vadisi’nin iki OST’si çıkmıştı, ilgilenenler hatırlar. Zaten yukarıda verdiğimiz bütün örneklerde halk müziğinden bir kesit sunulduğu muhakkak, o yüzden şöyle mi sormalıyız: Halk acaba sadece kendi içinden olana, kendisiyle barışık olana mı olumlu tepki veriyor?

Sırada, beni bu yazıyı yazmaya zorlayan asıl sebebe gelelim. Derginin Kasım 2006 sayısında “Pinhani diye bir grup var, iyi bir grup, hatta albüm çıkalı epey oldu, geç kaldık haklarında yazmaya” demiştik ki, birden bu yaz “Kavak Yelleri” diye bir dizi çıktı, müziğini Pinhani yaptı ve beş yaşındaki bir çocuk bile “Hele bi geeeeel!” diye etrafta dolanmaya başladı maşallah! Sonra bir baktık ki, grubun albümü, ilk basımından bir buçuk sene sonra D&R’ın en çok satanlar listesinde zirveye oynadı. Peki, aynı şarkıları dinleyip seven halk bir buçuk yıl niye bekledi? Ya da bu dizi olmasaydı, şu an Pinhani’yi sokakta kaç kişi tanıyacaktı ve bu şarkıları kaç kişi bilip sevecekti?

Bu ve bu tarz soruların cevapları çok basit aslında: Birincisi, sürekli gelişen ve rekabeti artan bir dünyada, seyirciyi dizilerden başka düzenli olarak ekrana bağlayacak yolu kalmayan televizyoncuların, tutana kadar pek çok diziyi halka sunması ve dizilerin bu bağlamda sektördeki belki de en önemli promosyon materyali olması (eski arabeskçi dizileri de bir bakıma öyleydi, hatta dikkat ederseniz Ebru Gündeş’in her yeni albümde yeni bir diziyle ve tabi yeni sevgiliyle ortaya çıkması şaşırtıcıdır!), ikincisi yapımcıların, televizyoncuların bu taleplerine karşılık halkı çok iyi etüt etmeleri, nabza göre şerbet vermeleri, hangi diziye ne iyi gider, bunu çok iyi bilmeleri, hatta kendi çıkarları doğrultusunda bir şey çok tutmuşsa onu, popülerliğini yitirene dek, bayatlayana dek devam ettirmeleri. Yani aslında kimse şarkıcının kara kaşına, kara gözüne bakıp da “Gel sen bizim yeni dizinin müziklerini yap abi, ben çok beyeniyom senin şarkıları ya! ” demiyor. Üçüncü cevap olarak da, müzisyenin gelir ve popülarite kaygısı bir yerden sonra işin içine girince, ortaya böyle bir sonuç çıkıyor.

Bağlayacak olursak eğer, belki biraz olumsuz yönlerinden olayı ele aldık ama en azından hakkını yememek gerek, yapılan prodüksiyonlar, öyle kuru kuru yapılmış şeyler değil genelde, üzerlerinde emek harcandığı belli oluyor dikkatle dinlenilirlerse eğer. Üstelik içlerinden gerçekten herkesin zevkine göre ayrı ayrı, çok güzel şarkılar çıkabiliyor, yani bir çeşitlilik de söz konusu. Mesela benim de bu kategoride favorilerim arasında “Süper Baba”nın ve Vedat Sakman ile İncesaz’ın şarkılarının olduğu “İkinci Bahar”ın dizi müzikleri var. Fakat bence en doğrusu, hiçbir müzisyenin böyle ara paslara başvurmadan direkt çalımlarla kaleye yönelmesi. Tabi, bu durum ne kadar geçerli olabilir ülkemizde orası ayrı bir konu ama zaman hızlı, illa ki başka yollar da var internet gibi, çareler tükenmiyor. Bu yüzden bu uğurda bir müzisyen kesinlikle umudunu yitirmemeli ve halkın da artık eskisine göre daha seçici ve takipçi olduğunu unutmamalı.

Hiç yorum yok: